Yasemin Sungur’dan….

Bu, ‘büyüme sancıları’ içinde olan birinin, anne ve babasına hitaben yazdığı bir mektuptur. Tek amacı, ileride kendisine hatırlatmaktır. Başka amacı yoktur! (Lütfen, sabırla okumanızı rica ediyorum, sevgili Tunç Kılınç’ın Fikir Atölyesi sitesinden aldım…)

“beni tanımıyorsunuz.
tanıma çabanız, size öğretilenlerden ibaret.
veya, kendi ailenizden gördüğünüz kadar işte.
yeterli değil.
ve siz farkında değilsiniz.
en acı veren taraf ise,
tanıdığınızı sanıp, bana hep doğruları söylemeniz.
kendi doğrularınızı…
onlar da nedense hep “yapmamam” gerekenler.
ve o kadar çoklar ki…
ben sanırım büyüyorum.
kafam karışık.
kim olduğumu anlamaya çalışıyorum.
neden nefes aldığımı…

okulda aldığım notlardan mı ibaretim ben?
bana o notu veren hoca kim?
sahi, o ne kadar tanıyor ki beni?
boğuluyorum,
farkında değilsiniz.
biri bana iyi bir laf etti mi mutlu oluyorum mesela.
ne garip ki,
bu da nette oluyor en çok.
veya sokakta…
ve yine ne acı ki,
tanımıyorum bile çoğunu.
göstermemeye çalışsam da,
kırılganım esasında.
neye kızdığım da değişiyor sürekli.
anlık işte her şey.
ve yoksunuz siz o anlarda.
biliyorum, olamazsınız da.
dedim ya,
kafam karışık.
sorularım basit,
cevaplar ise o denli yetersiz.
çok şey değişiyor bende.
vücudum,
kimyam,
zevklerim…
çok yakın bir-iki arkadaşım anlıyor esasında beni.
ancak bana nasıl cevap versinler ki,
onlar da aynılarını kendilerine soruyor.
çaresiz hissettiğim anlar çok.
sadece bilmiyorsunuz…
siz iyi niyetlisiniz, farkındayım onun.
başıma kötü bir şey gelmesin istiyorsunuz.
en çok da “adam” olmamı.
sizin gözünüzde adam olmak neyse,
işte onu olmamı…
kendi gözümde ise,
“adam” olmak ütopik bir şey.
ben önce “ben” olsam,
gerisi kolay.
bazen tek başıma dünyayı değişterebileceğimi sanarken,
bazen kolumu kaldırmaya enerjim olmuyor.
köşeme sindiğim anlar var ya,
hani en çok yalnız kalmak istediğimi söylediğim…
işte en çok sizi aradığım anlar,
o anlar esasında.
ama siz,
farkında bile değilsiniz.
esasında siz ya da başkası…
kim anlarsa…
zayıf anlarım onlar.
büyüdüğüm…
ha bu arada,
bir de şeytanlar var içimde.
bana keyif alacağım şeyleri söyleyip duruyorlar.
arada kaçamak yapıp deneyince…
yalan yok,
haklılar…
gerçi o anlarda da,
bir şey oluyor hep içten içe rahatsız eden,
hissediyorum.
ama engelleyemiyorum işte.
ancak, ne var biliyor musunuz?
pişman da olmuyorum!
eminim siz de benim yaşlardayken yaptınız.
ve unutmayı seçtiniz şimdi.
bir şey söyleyeceğim.
unutmayın onları ne olur.
çünkü siz,
yaşanılan her şeye rağmen,
bugün hala benim annem, babamsınız.
sizi belki ileride daha iyi anlayacağım ama,
“ilerisi” yok ki benim için.
bir anlasanız,
ütopya bana o.
sanırım buldum…
hani şeytanlar vardı ya,
benimle konuşurken onlar,
siz de olur musunuz benim yanımda?
beraber yapsak mesela onların dediklerini…
yok,
olmadı bu da…
dedim ya,
kafam karışık benim.
sakın psikolog falan demeyin.
sizin yıllarca yapamadığınızı,
parayla üç beş seansta yapacağını söyleyen biri hiç değil benim aradığım.
bir dakika,
sanırım bu sefer buldum.
evet,
siz değilsiniz bunu çözecek…
benim, ben.
benden başkası değil.
tek dileğim de ne biliyor musunuz?
bu yaşadığım sancıları hiç unutmamak…
ve kendi çocuklarımla,
o şeytanlar daha çıkmadan piyasaya,
“yaşamak hayatı birlikte.”
tıpkı beni anlayan o yakın bir-iki arkadaşım gibi.
ancak bu sefer,
cevapları da bilerek…
becerecek enerjim yoksa da,
baştan hiç doğurmamak.
beni sevdiğinizi biliyorum.
ancak başka seçeneğiniz olmadığını da…”